2 Nisan 2018 Pazartesi

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİNİN KALEMİNDEN...




ODTÜ KUŞLARININ İZİNDE: “SON KUŞLAR”*

                Ayla KOŞAL, Ece ALACA, Ekin TOYGUR

          20 yıldır süren araştırmalara göre, kampüsümüzde yaklaşık 234 farklı kuş türü bulunuyor. Peki, onları neden bulamıyoruz? 


        Kampüsümüz, ODTÜ, ekosistemi ve biyoçeşitliliği ile tanınıyor. Ne yazık ki geçmiş birkaç yılda kampüsümüzde bulunan canlıların bazıları arkalarında hiçbir iz bırakmadan yok olup gittiler. Bunlara, Çevrenin Genç Sözcüleri ( ÇGS) ekibi olarak araştırdığımız üç ana kuş da dahil: peçeli baykuş, boz kuyrukkakan ve taş bülbülü. Yıl boyunca, zamanımızın çoğunu bu bulunması zor kuşlar hakkında bilgi toplayarak ve onları nasıl bulabileceğimiz sorusuna yanıt arayarak geçirdik. 


        Çevrenin Genç Sözcüleri, çevreyi korumak üzere bir araya gelen bir grup gönüllüden oluşuyor. Biz, çevresel sorunlara parmak basmak, farkındalık kazandırmak ve okulumuzda daha eğitimli, bilinçli bir toplum yaratmak için çalışıyoruz. İlk başlarda iki kişinin girişimiyle hayat bulan ekip, şu anda gönüllü 9 öğrenci ve 8 öğretmenden oluşuyor. Bu iki kişinin bilgilendirici mücadeleleri sayesinde, birçok öğrenci bu gruptan haberdar oldu. Yalnızca birkaç ay içerisinde mütevazi grubumuz, yaklaşık yirmi kişilik bir topluluğa dönüştü. 


        Kuruluşunun ilk yılında daha çok eğitim ve öğretim ile ilgili olan ODTÜ Koleji Ankara ÇGS grubunun tam olarak belirlenmiş bir amacı yoktu, daha çok kampüsün biyoçeşitliliği ile ilgileniyordu. Üzerinde çalışılan proje, birçok farklı konu başlıklarını kapsıyordu: böcekler, memeliler, balıklar, bitkiler ve tabii ki kuşlar. Fakat, tahmin edebileceğiniz üzere, bu senenin planlaması tek bir tür üzerine, kuşlara, yoğunlaştığı için farklıydı. ÇGS üyeleri yıl boyunca bilgi topladı, kuş gözlemi yaptı ve üç ana hedefimizin, peçeli baykuş, boz kuyrukkakan ve taş bülbülü, izini aramak için plan oluşturdu. Grup üyeleri ilanlar astı, farkındalık yaymak ve okul arkadaşlarımızı çevresel sorunlar hakkında bilgilendirmek için“KAYIP ARANIYOR” posterleri ve sunumlar hazırlandı. 

         ODTÜ Kolej Ankara ÇGS ekibi üyeleri, ODTÜ Kuş Gözlem Topluluğu Başkanı Kaan Özgencil ile çalışmalarını yürütüyor. Özgencil, okul sınırları içerisinde üyelere temel kuş gözlem eğitimi verdi ve kuş gözlemi sırasında giyilen kıyafetlerin çevreyle uyumlu, fazla dikkat çekmeyen renklerde olması gerekliliğini önemle vurguluyor. Bir diğer dikkat edilmesi gereken husus ise, olabildiğince sessiz olmak çünkü gürültü yapmak kuşların ürküp kaçmasına, doğal yaşam alanlarının etkilenmesine sebep olabilir. 


          Kuşlar ve kuş gözlem hakkında bilgi edinmek üzere ÇGS ekibi ilk defa 7 Aralık 2017’de Kaan Özgencil ile bir araya geldi. “234 kuş türü var ODTÜ’de.” diyor Özgencil, Bu da yaklaşık olarak Türkiye’deki kuş türlerinin yarısıanlamına geliyor. Önceki yıllarda daha büyük sayılara ulaşılabiliyordu fakat boz kuyrukkakan, taş bülbülü ve peçeli baykuş gibi kuşların bir daha uğramamak üzere ODTÜ’yü terk etmesi üzerine büyük endişeler ortaya çıktı. Bu üç kuşun diğer ekosistemlerde bol sayıda bulunabilmesine rağmen ODTÜ’deki sayılarındaki düşüş ve nihai yok oluşları büyük bir problem. Bu durum sadece bir grup besin zincirinin yolundan sapmasına sebep olmuyor, aynı zamanda başka besin zincirlerinin ve ekosistemlerin de çoktan bozulduğunun bir göstergesi durumunda. Ek olarak, hepimiz karmanın ne olduğunu, ne yaptığını ve onu hafife almamamız gerektiğini biliyoruz! Bundan dolayı, toplumu bilinçlendirmek için yaptığımız çalışmalar sadece kuşları değil, herkesi, biz dahil, olumlu yönden etkileyecek. 


       California Üniversitesinde yapılan araştırmalara göre, kıtaları çapraz çizgiler halinde kesen toplam 40 milyon mil uzunluğunda ana yollar bulunuyor, yani Dünya etrafında 1600 kez dolanabilecek kadar uzun. Bu yollar insanlar için çok kolay ulaşım imkanları sağlarken göç eden hayvanlar için büyük engeller oluşturuyor. Üniversiteden bir grup bilim insanı, göç eden hayvanların zarar görme ve soylarının tükenmesi riskini ölçmek, değerlendirmek için yola çıktı. 

         “Beklendiği üzere, göç eden hayvanların zafiyetlerinin bölgesel, çevresel, davranışsal ve sınıfsal bağlamlarına göre çeşitlendiğini saptadık,” diye belirtiyor Ekoloji, Evrim ve Deniz Biyolojisi bölüm başkanı, Molly Hardesty-Moore. Araştırmacıların analizi gösteriyor ki; göç eden kuşların sayısı, göç etmeyenlerinkine göre çok daha belirgin bir düşüş yaşıyor. Kuşların sayısındaki bu acı veren düşüş, ODTÜ Kampüsü dahil olmak üzere, tüm dünyada gözleniyor. 

          Önceki senede, 4.8 km’si ODTÜ sınırlarından geçen 14 km.’lik bir yol projesine başlandı. Şimdi ise ikinci bir yol yapımı akıllarda yer etmiş durumda. Bu ve bunun gibi birçok durum, kuşların eskiden beri yaşadıkları alanları terk etmesine ve dolayısıyla biyoçeşitliliğin hızla azalmasına sebep oluyor. Böyle devam ederse, kentleşme, yapılaşma artar ve doğal alanlar yok olursa, insan ırkı da bundan nasibini elbette alacak. 


          Biz Çevrenin Genç Sözcüleri ekibi olarak bizi ve bizden sonraki nesilleri bilinçlendirmek; kuşlarla, ağaçlarla, böceklerle bir bütün içinde daha uzun yıllar yaşayamanın yollarını bulmaya çalışıyoruz. 


          Türk Edebiyatının usta kalemlerinden Sait Faik de yazdığı Son Kuşlar adlı öyküsüyle 1952 senesinden bizlere sesleniyor: “Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi.” 
Bizden de söylemesi... 


*Sait Faik Abasıyanık’ın 1952 senesinde yayımladığı öykünün adı. 
Kaynakça: 
Science Daily/ Animal Migrations Blocked by Roads www.hurriyet.com.tr/ 5 Soruda ODTÜ Yolu 
ODTÜ Kuş Gözlem Topluluğu

13 Aralık 2017 Çarşamba

Fareler ve İnsanlar kitabına ilham olan dizeler...


BU ŞİİR, FARELER VE İNSANLAR KİTABININ ÇIKIŞ NOKTASIDIR.
ŞAİR İLE FARENİN KARŞILIKLI KONUŞMALARI BİÇİMİNDE YAZILMIŞTIR.
Şşşt  bana bak gudubet
Pıt pıt mı atıyor yüreğin?
Öyle alelacele davranmasan
Laflarını yatıştırsan ya!
Çaresiz, koşarım kovalarım.
Elimde sopa, elimde ölümün.


Gerçekten üzgünüm, erkeğin egemenliği
Bozduysa Doğa’nın toplumsal birliğini
Haklı kıldıysa hasta ruhumu.
Benim garip, ölümlü, dünyalı yoldaşım,
Üzgünüm donduruyorsam kanını.


Kuşkum yok, çalarsın benden,
Ne olmuş? Seni küçük gudubet, yaşayasın!
Bir demet başağım var, birini almışsın..
Eksiltecek mi beni? Yeter de artar gerisi.
Umrumda değil ötesi…


Senin de küçük evin darmadağın!
Cılız duvarları, rüzgar süzülür içeri!
Nasıl etmeli, yeni bir ev dikmeli,
Yeşil yapraklarla bezemeli!
Sert eser aralık yeli,
İçine işler, titretir seni!


Gördün heba olan çorak tarlaları,
Koşar adım gelirken kış,
Soğuğa siperdi burası, mutluydun.
Yerleşmek istiyordun.
Gaddar bir sopa gümbürtüyle
Hücrene girmeden evvel!


Şu ufak yaprak ve anız yığını için
Günlerce kemirdin, taşıdın durdun!
Kaldın şimdi açıkta, emeklerin boşuna
Geride ne bir ev, ne yatacak bir yer.
Katlanmak zor kışa, kara,
ve donduran soğuğa.


 

Merak etme minik fare
Bir sen değilsin hayalleri suya düşen.
Fareler ve insanların en sıkı tasarıları dahi
Sıklıkla ters gider,
ve vadedilen mutluluktan geriye
Acı ve keder kalır.


Yine de şanslı sayılırsın bana göre!
Hep burada, şimdiki zamandasın:
Ama, of! Gözlerim geçmişe bakar benim,
Kaçan fırsatları arar,
Ve geleceğe bakarım, göremesem de daha,
Tahminler yapar, korkarım!


Robert Burns, 1785

 

2 Ekim 2017 Pazartesi

HAYALPEREST YAZILAR











GECENİN KAYBEDENLERİ

Issız gecenin sessizliği, durakta bekleyen kadına her ne kadar huzur verse de karanlığın içinden bir ok gibi çıkan köpek ulumaları onu tedirgin ediyordu. Kadın, kafasındaki derin düşünceleri atıp da yukarı baktığında sokak lambalarının titrek ışığında çiselemeye başlayan damlalarını gördü. Biraz sonra ise durağın soluna doğru yaklaşan arabayı fark etti. Sürücü camı açıp da ona seslenince uyandı. İçeride oturan siluet, çakan şimşekle aydınlandı. Orta yaşlarda, avurtları çökmüş, gözlüklü adam kadını içeri almayı teklif etti. Bu saatte başka türlü eve varamayacağını söyledi. Kadın çaresiz, topuklu ayakkabılarını yağmurla ıslanmış yolda sürüyerek arabaya atladı ve yolu tarif etti.
Kadın çaktırmadan adamı süzmeye, güvenilirliğini tartmaya çalışıyordu ama bunu yaparken de yakalanıyordu. Derken kente, güvenli evine giden sapağa geldiler. Kadın, sürücünün sağa dönmesiyle rahatlayacakken sola işaret verdiğini gördü. Paniğe kapılarak sola değil sağa dönmesi gerektiğini söyledi. Aldığı tek yanıt adamın gaza basmasıyla çıkan uğultuydu. Telefonuna ulaşmaya çalıştı ama şarjı bitmişti. Bir an kapıyı açarak kendini yola atmayı düşündü ama bu, yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak olurdu. O an üzerinden yaklaşık bir saat geçen yolculuk içinde adam ikinci kez ağzını açtı ve bir işi olduğunu, halledip geleceğini söyledi. Kadının telaşını sezerek ona hafifçe gülümsedi. Adamı gözleriyle takip eden kadın, arabadan indikten sonra mezarlıkların olduğu bölgeye doğru yürüyüşünü izledi. Adam bir mezarın yanına çökerek ağlamaya başladı. Çelimsiz vücudu sarsıla sarsıla ağladı… Arabaya döndüğünde yağmurdan mı yoksa gözyaşlarından mı ıslandığı belli olmayan yüzü daha da çökmüştü. Sonra ver elini yollar, içten gelen hıçkırıklar ve oğlunu kaybeden bir babanın öyküsü. Bir trafik kazasında, beş sene önce aynı gün ve aynı saatte, yine yağmurlu bir havada hayatını kaybeden bir gencin öyküsü… Adam dili çözüldükçe kadını bir gelenek haline gelen mezarlık ziyaretine, oğlunu kaybetmeden önceki anılarına ortak etti. Derken kentin sapağı ve gökyüzünün tüm negatif enerjisini bir paratoner gibi üzerine çeken yüksek binalar göründü.
Adam sapaktan sağa döndü ve bu sefer kadının tarif ettiği yolu izledi. Vakit sabaha karşıydı. Gecenin en karanlık zamanları ama aynı zamanda sabaha en yakın, aydınlığın eline uzanan zamanlar. Kadın koca bir iş gününü taşıyan rimellerinin akmış olduğunu fark etti. Vücudu yorgunluk ve serinlikten titriyordu. Adama vardıklarını söyledi. İçinde birikmiş olan minneti bir teşekkür etmek için harcamadı. Bu minneti, evde uyuyan oğlunun başını okşamak için saklamıştı belki de. Kapıyı sertçe çarparak arabadan indi ve topuklularını şakırdatarak merdivenlerin yolunu tuttu. Cebindeki anahtara değerek sıcak bir yuvaya sahip olmanın huzurunu yüreğinde hissetti.
Azra Gürdal 8-B




ÇOK HIZLI GERÇEKLEŞTİ

Her şey on sekiz yaşıma girdiğim günün sabahında başladı. Annem her zamankinden farklı bir kahvaltı hazırlanmıştı. Kokusu evin en ucunda olan odama kadar yayılmıştı. Hızır gibi kalkıp giyindim.
O gün ehliyet almak için gerekli olan son sınava girecektim. Babam o kadar heyecanlıydı ki ehliyetimi aldıktan sonra kullanacağım arabayı bile hazırlamıştı. Öğlen sürüş testine başlar başlamaz kalbimin küt küt atışını hissedebiliyordum, aynı zamanda içimde bir korku vardı. Testin ilk on dakikası yeni bitmişti o korkunç şey gerçekleştiğinde.
Bacağımda ve kafamın arkasında bir ağrı hissettim. Çınlayan kulaklarımla sadece yüksek siren seslerini seçebiliyordum. Yavaşça gözlerim kapandı ve uyandığımda 18’inci yaşımın üçüncü günüydü. Tüm arkadaşlarımın ve ailemin küçücük bir hastane odasına doluştuğu bir gündü.

Berke Başöz 8-B



ÖZGÜRCE…

Özgürlük kelebeğin kanatlarında saklıdır, her kanat çırpışı zindan anahtarları gibidir, hayat zindanından ancak kanatlarındaki anahtarlarla kurtulabilir. Kanatlarının renkli oluşu; özgürlüğe olan inancının, geçmişte bulandığı çamurların bu yolda, özgürlük uğruna verdiği çabanın göz kamaştırıcı kanıtıdır. Bunca çabayı, emeği ve arzuyu kozalağından -kafesinden- çıkarken kanatlarında sakladığındandır bu kadar güzel anahtarlara sahip oluşu. Başlı başına özgürlüktür; sahip olduğu anahtarları ise kaçışıdır; hayattan, zindandan, kafesinde umutla büyüttüğü acılarından…
***************
Okyanusun derinliklerinde saklı olan büyük ve değerli hazinedir çocukluk. Paha biçilmez bir ruhtur, bir yaşam döngüsü vardır okyanusta gömülü mezarında. Okyanus dalgalandıkça ağıtlar yakar küçük balıklar. Bu ağıtlarla beslenme, gemiler üstüne gölge gibi düştükçe barınma ihtiyacını karşılar.
***************
Mutluluk kalemiyle dans eden birçok insan için bir balon, bir çiçek, bir histen ibaret olabilir. Benim kalemimde mutluluk, üstü kapalı bir intihar hapıdır. Ağrıyı kesen bir his, ansızın can alan derin bir yaranın kabuğudur. Birinin mutluluğu; bir başkasının umudunu, hayallerini hapsederken üstü örtülmüş bir umutsuzluğun tohumları yeşerir. 5-10 dakikalık bir zevk için bir insanın bir saati, bir hayvanın bir yudumluk hayatı mutlulukta saklı kalır.
Ceren Çolak 8-B



Bugüne kadar herkes kavga etmiştir herhalde. İlk kavgalar genelde ya kardeşler ya da arkadaşlar arasında olur. Annelerin ve babaların duymaktan en çok sıkıldığı şey "Önce o başlattı!" denmesidir. Bir de en büyük kavgalar vardır. Ben o kadar büyük bir kavga etmesem de ilk kavgamı anlatabilirim size. Annemle internet yüzünden kavga etmiştim. Aslında benim için o kadar abartılacak bir yanı olmasa da annem bu konuyu çok abartmıştı. Yaptığım tek şey ise internete son giriş saatimi kapatmaktı. Annem bu konuda ondan bir şeyler sakladığımı düşünerek birkaç gün konuşmamıştı benimle. Benim o anki düşüncelerim ise sinirinin en fazla otuz dakika sürmesi ve sonrasında sona ermesiydi. Bazen beklediklerimizin tam tersi karşımıza çıksa bile asla pes etmeden kendi kararlarımız doğrultusunda ilerlememizin gerektiğidir.
Deniz Eke 8-B




Ben yağmura yazılmış bir özür mektubuyum. Sırf affetsin diye onu güneşle aldatmamı, her telden çalan.
(Gökkuşağı)

En büyük atlı karıncadır o, ne yaparsan yap bir gün atların sahte olduğunu anlayacak ve başladığın yere geri döneceksin.
(Hayat)
Ezgi Erkoç 8-B



Hop Hop Gezelim Programına Hoş Geldiniz Sayın Seyirciler,
Bugün son bir haftanın ilgi odağı olan Mars’a gidecek kafile ve onlar arasından biriyle yaptığımız röportajı sizlere sunacağım. İlk olarak bu kafilenin nasıl seçildiği ve kaç kişiden oluştuğundan bahsedelim. Bu özel ilk kafile tam olarak çiftçilerden oluşuyor. Kulağa garip gelse de bu seçimi yaparken NASA çok zorlanmış gibi. Çiftçiler seçilirken en çok süt sağan çiftçilere bakıldı. Bu kafileye ilk seçilen Mehmet Bey ile geçen hafta gerçekleştirdiğimiz röportajı sizlere paylaşıyorum:
- İyi akşamlar Mehmet Bey. Konumuza hemen geçiyorum ki dinleyicilerimizi daha fazla merakta bırakmayalım. Size yönelteceğim soru şu olacak: Çok az ineğiniz olmasına rağmen nasıl bu kadar fazla süt sağabildiniz?
- Size de iyi akşamlar Deniz Hanım. Açıkça söylemek gerekirse yılların birikimi olan paramın tamamını ineklerime harcamış bulunmaktayım. Onların bana organik sütlerini verebilmeleri için piyasaya yeni sürülmüş küçük çipleri ineklerime yedirdim. Bu çipler ineklerin süt oluşturdukları hormonları ve besinleri kendi içinde kodlayarak ineklerin süt miktarlarının artmasını sağladı. Baştaki amacım ürettiğim sütleri yurt dışına satarak para kazanmaktı. Baba mesleği işte, ne yaparsınız. O günlerden sonra kapıma bir robot geldi ve beni Mars’a davet ettiklerini söyledi. Bunun karşılığında sütlerimden daha kolay ve fazla para kazanabileceğimi söyledi. Ben de hazır robot ayağıma gelmişken bu fırsatı kaçırmadım ve Mars’a gitmeyi kabul ettim.
- Çok iyi bir fırsat bu Mehmet Bey. Sizi tebrik ederim ve galaksi manzaralı iyi yolculuklar dilerim…
Evet sevgili dinleyiciler az önce Mehmet Bey ile yaptığımız röportajı dinlediniz. Peki eğer siz de Mars’a gidecekseniz yanınıza ne almalısınız?
- Dın dı dı dın dın! Yanımda ne var?
Sevgili dinleyiciler Mars’a gidiyorsanız yanınıza almanız gereken üç önemli şey şimdi sizinle buluşacak!
İlk olarak herhangi bir sağlık sorunu ile karşılaşmamanız için yanınıza ağrı kesici çiplerinizi ve antibiyotik çiplerinizi almayı unutmayınız. Ailenizin elektronik bir resmini almanızı tavsiye ederim, özlem kolay çekilmiyor, kalp çelikten değil. Vee son olarak da gemiye binmeden önce kamera çiplerinizi yutun! Güzel galaksi manzaraları sizi bekliyor. Bugün 10 Mayıs 2065 bir sonraki programda görüşmek üzere.
Göksu Özkul 8-B






YOL ÇIKMAZINDAKİ ÇİFTLİK

Sokağı aydınlatan tek şey lambalardı. Yolun başından bir ışık belirmesini bekledim dakikalarca. Beklediğim ışığı görmek az da olsa gülümsememi sağladı. Yanıma yanaşan aracın yavaşça camı açıldı. Arabayı kullanan adam beni şehre götürebileceğini söyledi. Bu anın beklediğim fırsat olduğuna karar verip hemen atladım arabaya. İleride bizi ikiye ayrılan bir yol bekliyordu. Köpek ulumalarıyla baykuş sesleri bizi yol boyunca yalnız bırakmayacaktı muhtemelen. Yol ayrımına gelince adamın sağ tarafa sinyal verdiğini fark ettim. Sanırım kestirme falan kullanacaktı. Birkaç dakika içinde adamın amacının kestirme falan bulmak olmadığını anlayınca ellerim buz kesildi. İçimi bir ürperti kapladı. Adamın bunu fark ettiğimi anlamasıyla beni bayıltması bir oldu. Sanırım uzun bir yol almıştık. Uyandığımda perde kapalı olmadığı için gözlerime dokunan güneş ışınları beni rahatsız etmişti. Ellerimin bağlı olduğunu anlamam çok zamanımı almadı. Biraz doğrulduğumda odada yalnız olmadığımı fark ettim. Diğerlerine durumun ne olduğunu sorunca bana bu adamın bir çiftliği olduğunu ve hayvanları için zorla insanları çalıştırdığını söylediler. Bir an duyduklarımı sorguladım, oldukça anlamsız geldi. Aynı zamanda sevinmiştim aslında. İlk başta bu adamın bir seri katil olduğu düşüncesi beni korkutmuştu. Kafamda bu adamın neden böyle bir şey yaptığıyla ilgili soru işaretleri vardı. Karşımda iki seçenek vardı. Ya hiç sorgulamadan adamın istediklerini yapacak ya da ona karşı çıkıp böyle bir şey yapmak istemediğimi söyleyecektim. Onunla konuşmak daha cazip geldi. Adama neden böyle bir işle uğraştığını ve neden insanları zorla çalıştırdığını sordum. Biraz tuhaftı. İleride hayvanların bizi yöneteceğini, bu yüzden de onlara iyi davranmamız gerektiğini söylüyordu. Beyaz sakallarından ve yıkık dökük evinden adamın uzun zamandır burada olduğunu anladım. Daha sonra bana artık tek başına dayanamadığını ve kimsenin ona yardım etmediğini söyledi. Bu nedenle de insanları buraya zorla getiriyormuş. Ona hayvan sevgisinin zorla olmayacağını anlattım. Tıpkı insanları sevmek gibi zahmetli bir iş olduğunu söyledim. Fakat buradaki insanları serbest bırakırsa ona yardım edebileceğimi ve hatta birkaç kişi daha bulabileceğimi açıkladım. Gözünden akan damladan ne kadar pişmanlık duyduğunu anladım. Bana oradaki insanları serbest bırakabileceğimi söyledi. Çok uzun sürmedi bu iş. Adamın hayvanlarla ilgili düşüncesi bana her ne kadar anlamlı gelmese de uzun zaman onun yanında kaldım. Ta ki bir gün gözleri kapanana kadar. Yaşlı ve yorgun bedeninin üzerine tek başıma toprak attım. O günden sonra hayvanları köylerdeki insanlara bıraktım. Yıllarca adamın düşüncesi aklımı kurcaladı. Elbette gelecek bize çok şey gösterecekti.
Gülizar Yüksel 8-B



Mutluluk, bir çocuk gibidir. Saflığıyla, özgünlüğüyle sınırsız evrenlerin kapılarını açar.

Kaan Akışık 8-B


LİMONLU KEK

Her şey on sekiz yaşıma girdiğim günün sabahında başladı. Cumartesi günü başlayan monoton hayatım, evi kaplayan kek kokusuyla nedense canlandı. Küçüklüğümden bu yana annem her doğum günü sabahında kek yapar, ahşap mutfak masasının üstünde soğumaya bırakır ve işine giderdi. Hep aynı tarif: limonlu kek. Odamdan çıkarak limonlu kek heyecanı ile mutfağa atladım. Bir elimde telefon, doğum günü mesajlarımı sallana sallana okurken bir yandan da keki dilimliyordum. Gıcırdatarak mutfak sandalyesini çektim kendime doğru. Yerime kurularak ilk ısırığımı aldım kekimden. Annem bir de not bırakmıştı: “Nice yaşlara canım kızım.” Saat sabahın dokuzu, çalan kapı ziliyle sıçradım. Mırın kırın ede ede kapıya uzandım, açtım. Karşımda beş adet simsiyah -güneş altında rugan bir ayakkabı gibi parlayan- makam arabası. Önümde iri yarı, siyah takım elbiseli bir adam. Sakalları bu sabah tıraş edilmiş, buram buram losyon kokuyor. Arkasında üç kişi –muhtemelen çok gerekli korumaları- duruyor. Put gibi. Göz göze geldiğim anda, elimdeki yarısı yenmiş limonlu kek kendini evin girişine bırakıyor. Düşüyor ve parçalanıyor. Parçalardan bir tanesi rugan ayakkabının önünde. Adam tiksinerek ayakkabısının ucuyla itiyor limonlu keki. Öksürerek cümlesine başlıyor. “Ülkemizin yeni yöneticisi sizsiniz efendim, bizimle geliyorsunuz.”

Seray Naz Günyaktı 8-B



Mutluluk kelebeğe benzer. Önce kozasından çıkması için zaman gerekir, çıktığında ise sadece bir günlük bir heyecanla gelip geçer. Ulaşmak en büyük hayalimiz olur hayatımız boyunca. Ama saf bir kelebek gibi, bilmeyiz gelip geçici olduğunu. Onun kanatlarındaki rengin büyüsüne kaptırırız kendimizi...


Mutluluk dünyanın bir tarafında çocukların umutsuzlukla su için savaşması, diğer bir tarafta da bir çocuğun oyuncak alınmadığı için ağlaması kadar adaletsizdir...
Zeynep Pekcan 8-B